24 Nisan 2007 Salı

AKIL TUTULMASI: İRAN’IN TAVRI,
IRAK’TAKİ SÖZÜMONA “DİRENİŞ” VE DESTEKÇİLERİ

Daha önce bu sitede yayınlanan “IRAK: ‘DİRENİŞ’ Mİ, ‘ÇILGINLIK’ MI?” başlıklı yazımda, Irak’taki işgal sürecini, “1.Körfez Krizi”nden başlayarak ortaya koymaya çalışmış ve bu süreçte Türkiye’nin de dahil olduğu İslam dünyasında ve Irak’ta yaşanan akıl tutulmasına işaret etmiştim…
Sözkonusu akıl tutulması ne yazık ki hâlâ devam ediyor: Hala, birileri Irak’ta, hergün on’larca (bazen yüzlerce) insanın hayatına mal olan çılgınca eylemlere girişen, camilerde bile intihar eylemi yapan ve sırf başka bir mezhepten oldukları için, kendileriyle aynı dünya görüşüne mensup bireylerin kanını helal gören kişilerin yaptıklarını sözümona “direniş” olarak isimlendirebilmektedirler… (Acaba, biri, “Camilerde insan öldürmek ABD askerleri için haram, sizin için helal mi yoksa?” dese, Amerikan uşaklığı mı yapmış olur!)
Gelinen bu noktadan sonra, yani, Irak’ın devlet başkanı, başbakanı, meclis başkanı vb. tüm devlet erkanının, Irak vatandaşlarından oluştuğu bu sürecin sonunda, hala birileri yapılan eylemleri meşru görüyorsa, onlara Yüce Allah, akıl, fikir, basiret ve feraset ihsan etsin!
Yaşanan süreç ortada… Bir işgal yaşandı, bunu inkar eden yok…Ayrıca, işgali onaylayan veya meşruiyetini savunan aklı başında bir insan da yok…Fakat, gelinen noktada, işgal, artık sadece ve sadece, psikolojik (belki tarihi ve sosyolojik) bir refleksle sözkonusu edilebilecek bir olgu; yoksa, fiilen –neredeyse- ortada yok! Daha doğrusu, sözümona “direnişçiler”in çılgınca eylemleri sona erse, ülkede bulunan Amerikan askerleri de ülkelerine döneceklerdir… Zira, tafsile hacet yok ki, ABD’nin niyeti Irak’ı işgal etmek olsaydı, süreç farklı olurdu ve şu anda devlet başkanı, başbakan…koltuğunda farklı insanlar oturuyor olurdu… Tarihteki (klasik) savaşlar/işgallerin sonucunda neler olup bittiğini hepimiz biliyoruz… (Geriye dönük olarak bir öngörüde bulunmak veya yorum yapmak pek anlamlı değil ama, Saddam denen cani diktatör, ailesiyle birlikte, zamanında Irak’ı terk etmiş olsaydı –muhtemelen- bu işgal de hiç yaşanmayacaktı…)
Daha önce söylediklerimi kısmen tekrarlamam gerekirse, biz Osmanlı bankasıyız, yok birbirimizden farkımız;İslam dünyası ve bu faciada asıl kurban olan Irak halkı, daha önce ayrıntılı olarak resmetmeye çalıştığım süreçte, iyi bir sınav veremedi… Saddam rejimi, başka yollarla yıkılacağına böyle istenmeyen bir yöntemle yıkılmış oldu… Psikolojik refleksleri devreye sokmaktan vazgeçmeli ve gelinen noktadan en iyi nasıl yararlanabileceğini hesap etmelidir.
Irak’ta yaşayan insanlar ve bu durumdan kendilerine vazife çıkaranlar, şu andaki yönetime ne kadar yardımcı ve destek olur ve ülkenin istikrara kavuşmasına hizmet ederlerse, işgal süreci o kadar kısa sürecek ve bir müddet sonra bitecektir… Tersi, yani, sözümona “direniş” adı altında ortaya konan çılgınlığın (bazen vahşetin) devamı ve desteklenmesi, işgalin de tabii olarak uzun süreli olmasını, belki de kalıcı hale gelmesini sonuç verecektir.
Şu anda Irak’taki durumun bir “iç savaş”a dönüştüğünü ve hiçbir açıdan direniş olarak adlandırılmasının mümkün olmadığını görmemek için de kör olmak lazım… Artık, suçu, (en az iki asırdır sürekli yaptığımız gibi), mevhum Şer Güçler, Siyonistler, Masonlar vs.nin üzerine atma kurnazlığından da vazgeçmeliyiz… Karşılıklı olarak birbirlerinin camilerine ve kutsal mekanlarına saldıranlar, hatta oralarda intihar eylemi düzenleyenler, tastamam aynı dine inanan insanlardır… (Birileri, fena halde aldanıyor ve kendini avutuyor, o başka!)
ABD’nin bu savaşı kaybettiğini vs. söyleyip züğürt tesellisine sığınanlar da, sadece fildişi kulelerinde oturup eyyamcılık yapıyorlar…
Ayrıca, bazı malumat-füruş televizyon yorumcularının sanki çok matah bir şey söylüyormuş gibi, “ABD askerlerinin Irak’ta saklanarak ve her an ölüm korkusuyla yaşadıklarını, direnişçilerin sokakta-pazarda cesurca (!) arz-ı endam ettiklerini” anlatmalarından daha zırva ve malayani bir düşünce de olamaz…Zira, şeytanın avukatlığını yapmak bize düşmez ama, elbette ortada “nizami harp” değil, bir “gerilla savaşı” sözkonusu ve bu durumda, resmi kıyafetli bir asker her zaman, sivil direnişçiye göre daha dezavantajlı durumdadır. Sonuçta önemli ortaya çıkan tablo ve bunun faturası…
İnsan hayatı sözkonusu olunca, sayıları konuşmak hiç ahlaki bir tutum ve ölçüt olmaz ama, işgalin başlamasından bu yana veya 1 günde öldürülen/hayatını kaybeden ABD askeri ve Irak halkının karşılaştırılması, bunun bir “direniş” değil, iç savaş, belki tükeniş ve yok oluş olduğunu apaçık gösterecektir.
Ne yazık ki, ders alınmadığı için tarih tekerrür etmek üzeredir ve İslam dünyası bugünlerde İran özelinde, benzer bir zorlu sınavla karşı karşıyadır…
Sorun, herkesin malumu;bilinenleri tekrarlamanın anlamı yok; ama burada asıl problem şu: İran, “Uranyum Zenginleştirme Programı”nı, sadece ve sadece savunma amaçlı kullanmayı inandırıcı ve uluslar arası diplomatik kurallar ve dil içinde ortaya koyacağına, neden, nükleer enerjiye sahip olmanın savunma amaçlı oluşuyla taban tabana tezad teşkil edecek şekilde, “İsrail’in kağıttan bir devlet olduğu, önünde-sonunda yıkılacağı” vs. söylemlerini dillendirmekte ve gerilimi tırmandırmaktadır?
Nükleer enerjiyle ilgili bir sorunun tartışıldığı bir ortamda, zaten ezeli bir düşmanlığın var olduğu bilinen bir konuda, böylesi açıklama ve beyanatlardan sonra, üstelik, 11 Eylül saldırıları, el-Kaide, Taliban Filistin vs.de İslam adına işlenen eylemler ortada dururken, böyle bir güce sahip olmanın savunma amaçlı olduğuna dünya milletlerini inandırmak mümkün olabilir mi?
Ayrıca, başta Cumhurbaşkanı M. Ahmedinecat olmak üzere, İran’lı yetkililerin, “…Bize saldıran olursa, ellerinizi keseriz, pişman ederiz, kimsenin tahmin edemeyeceği kadar gücümüz var…” vs. yollu açıklamaları, hiç de bu sorunun nazikliğine ve hassasiyetine yakışmıyor!
Ben, nihai tahlilde İslam düşmanları ile aynı noktaya buluşmayı sonuç verecek, İsrail’le Arap dünyası arasındaki 6 gün savaşları öncesi Mısır Devlet Başkanı C.Abdünnasır’ın yaptığı şovları; keza, İşgal öncesinde Saddam’ın söylemleriyle, daha sonraki süreçte olan-biteni hatırlatacak değilim… Fakat, birileri çıkıp bunu bize ve İran’a rahatlıkla hatırlatabilir ve bu, bizim için çok da aşağılayıcı ve onur kırıcı olur… Sadece, herkese, bu sorundan da bağımsız olarak –belki- unutulan bir şeyi yeniden hatırlatmak istiyorum:
Bir Müslüman, ABD veya dünyanın herhangi bir devletinden daha ileri teknolojiye, nükleer güce -teori veya pratikte- sahip olabilir belki; ama, asla ve kat’a, bu teknolojiyi ve silahları onun kullandığı gibi kullanamaz, kullanmamalıdır! Çünkü, biz, tek kelimeyle Müslümanız! Savaşta bile uymamız gereken ve çiğnememiz asla sözkonusu olamayacak değerlerimiz, ilkelerimiz var… Başka bir ifadeyle, biz Müslümanlar, birileriyle, “daha çok insan öldürebilme yarışı”na giremeyiz, girmemeliyiz! (Tafsilata gerek olmadığını düşünüyorum.)
İran’ın, “Irak” olmadığını ve böyle bir çılgınlık durumunda sonuçlarının her açıdan, Irak’takine hiç benzemeyeceğini ABD’liler başta olmak üzere herkes çok iyi biliyor ama, önemli olan böyle bir çılgınlığa meydan vermemek; yoksa, böyle bir durumda kimin daha çok kaybeden taraf olacağı hiç önemli değil! Zira, bunun “kazanan”ı olmayacaktır…
Bu itibarla, hem İran’lı yetkililer ve hem de İran’la şu veya bu şekilde gönül bağı olan –belki- İran’ı etkileyebilme pozisyonunda olan insanlar/kurumlar/devletler, akıllarını başlarına almalı, ABD’nin eline bütün İslam dünyasına yeni bir cephe açacak ve belki bütün uluslar arası dengeleri alt üst edecek bir çılgınlık yapması için koz vermemelidirler…

Hiç yorum yok: