24 Nisan 2007 Salı

KADINLARLA İLGİLİ HADİSLERİN YORUMU

İslam tarihinde, asırlardır hiç bitmeyen tartışma konularından biri, kadının İslama göre konumu ve haklarıdır. Bu tartışmalar günümüzde de, kadının eğitim-öğretim hakkının olup olmaması, kadının yöneticilik yapıp yapamayacağı, mirasta erkeğin yarı hissesini alması, boşanma hakkının olup olmaması, şahitliği, dövülmesi...vb. konular çerçevesinde devam etmekte ve tazeliğini korumaktadır.
Ne yazık ki, ne, İslamî dünya görüşüne sahip insanlar –bir çok konuda olduğu gibi- İslamın kadına bakışı ve kadının toplumsal konumunu İslamî dünya görüşü bütünlüğü içinde doğru dürüst insanlara aktarabildiler ve ne de, İslamî dünya görüşünü kabul etmeyen ve buna muhalif olan insanlar, bu meseleyi doğru anlamak için gerçek bir çaba sarfettiler! Başka bir şekilde ifade edecek olursak İslamî dünya görüşünü kabul etmeyen insanlar bu meseleyi, İslamı karalama ve ona saldırmak için bir bahane yaptılar; İslamî dünya görüşüne sahip insanlar da sürekli ya özür dileme veya savunma psikolojisi içinde hareket ettiler.
Biz bu yazıda, meselenin en önemli yönünü teşkil eden kadınlarla ilgili hadisler ve bunların yorumu etrafında ortaya konan düşünceleri ele alacağız.
Kadınlarla ilgili hadisler konusunda, İslami dünya görüşünü kabul etmeyen ve buna muhalif olan insanlar tarafından yazılan kitaplardan en çok bilineni ve rağbet göreni, İlhan Ersel’in -iki ayrı yayınevi tarafından basılan- “Şeriat ve Kadın” adlı kitabıdır.
İlhan Arsel’in kitabı, yazarının konuya olan yabancılığı bir yana, sistemsiz, karma karışık ve tamamen karalama ve mahkum etmeyi hedefleyen, hiçbir zaman “anlama” çabası olmayan bir kitaptır. Böyle olmasına rağmen, ne yazık ki, kitap geniş kitleler tarafından okunmuş, bir çok konudaki iddialar için esas alınmış ve ısrarla tavsiye edilmiştir. Dahası, (bildiğim kadarıyla) İslami çevreler tarafından bu kitaptaki düşüncelerin, iddiaların ve çarpıtmaların içyüzü ile ilgili, doğruları ortaya koyacak ve insanları aydınlatacak müstakil herhangi bir kitap da yazılmamıştır.
İslami hassasiyeti olan insanlar tarafından bu konuda tatminkar herhangi bir kitap yazılmadığı gibi son zamanlarda, ilahiyatçılar tarafından hazırlanan ve doğrudan Arsel’in kitabına cevap vermek gibi bir amacı olmayan iki eser, konuyu daha da içinden çıkılmaz hale sokmuş bulunmaktadır.
Bunlardan biri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Hidayet Şefkatli Tuksal tarafından hazırlanan ve “Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri” (Kitabiyat yay.) adını taşıyan doktora tezidir. İkinci eser ise, -şu anda Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olduğu anlaşılan- Ali Osman Ateş’in, “Hadis Temelli Kalıp Yargılarda KADIN” (Beyan yay.) adlı eseridir.
Ne yazık ki, her iki eser de, bu konudaki hadisleri, 14 asırlık sahih İslami gelenek içinde oluşan hadis metodolojisini ve İslami terminolojiyi kullanarak doğru bir şekilde anlamak, yorumlamak ve bunlardan hüküm çıkarmakta hiç de başarılı olamamışlardır.
Tuksal’ın eseri, peşinen, “hadisleri dinin ikinci kaynağı olarak kabul etmeme, büyük bir kısmını uydurma kabul etme” temel tezine dayandığı için onu ayrıca ele almak gerektiğini düşünüyorum… Burada ele alacağımız eser, Ali Osman Ateş’in, -İslami dünya görüşüne sahip insanların sıhhatli muhakeme melekelerini her geçen gün nasıl kaybettiklerinin ve çağımızın hakim görüşlerinden nasıl etkilendiklerinin apaçık bir göstergesi olan- “Hadis Temelli Kalıp Yargılarda KADIN” adlı kitabıdır.

Samimi niyet, yanlış metod
Her şeyden önce kitabın yazarı Sayın Ali Osman Ateş’i kutluyorum. İyi niyetine, samimiyetine ve bu kitabı, İslamı ve İslami değerleri savunmak, Kitap ve Sünneti, onlara yöneltilen saldırılardan ve suçlamalardan temize çıkarmak için yazıp, göz nuru döktüğüne de kesinlikle inanıyorum; ama, bunu yapmak için seçtiği usulü ve takip ettiği metodu, meselelere yaklaşım tarzını ve temel mantığını yanlış buluyorum.
İslami dünya görüşüne mensup ve İslami hassasiyeti olan herkesin, hepimizin, bu konularda gerekli titizliği göstermesi ve elinden geleni yapması gerektiğini söylemek bile abes...Fakat, bunu yaparken, 14 asırlık sahih İslami geleneği atlayarak veya bu geleneği yok farzederek, bu geleneğe ait, her ilmin kendi –olmazsa olmaz- metodolojisini ve bunlara ait terminolojiyi kullanmadan yola çıkarsak, -amiyane tabirle- bindiğimiz dalı kesmiş oluruz. Hem de bir problemi çözelim derken -veya çözdüğümüzü zannederken- bir çok problemi de biz ortaya koymuş oluruz. Yazarımızın ifadesiyle söyleyecek olursak, “...bugünkü toplumun zihniyet ve anlayışıyla ve yeni yorumlarla Kur’ana ve Sünnete yaklaşmak” ne kadar doğrudur ve böyle bir yaklaşım Allah’ın rızasına ne kadar uygundur?
Bugünkü toplumun, bir şeyin islami değerlerden oluşuna karşı çıkmaları, hakikat noktasında bir kıymet ifade eder mi?
Yazar, kitapta ele alınan ve kendisi tarafından tenkid edilen hadislerdeki hükümlerin, bugünkü toplum tarafından İslami değerlerden kabul edilmediğini, toplumun buna karşı çıktığını belirtmekte, toplumun karşı çıkmasının bunların İslami değerlerden olamayacağını gösterdiğini belirtmektedir.
Gerçek şu ki, -inanmış kadın ve erkekler de dahil olmak üzere- bugünkü toplumun bir şeyin İslami değerlerden oluşuna karşı çıkmalarının veya bir şeyin fıtrata aykırı olduğunu iddia etmelerinin bir kıymeti yoktur. Dahası; bugünkü toplum, yine -inanmış erkek ve kadınlar da dahil olmak üzere- İslami değerlerden olduğu asla tartışma kabul etmeyen bazı değerlere de karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla, toplumun bir şeye karşı çıkmasını veya kabullenmesini o şeyin doğruluğu veya yanlışlığı ile irtibatlandırmak bir anlam ifade etmez.
Bir şeyin fıtrata aykırı veya uygun olup olmadığı da izafi (göreceli) bir husustur...Bir çok şeyin sınırını tayin etmede esas alacağımız şey, fıtrat değil, şeriattır. Başka bir ifadeyle; bazı şeylere şeriat bir sınır koyduğu halde, fıtrat ona bir sınır koymamıştır. Bunu birden fazla evlilik izni örneğimizle açıklayalım: Şeriat bir insanın aynı anda evlenebileceği kadın sayısını dört’le sınırlamıştır; ama, insan fıtratında sayısız kadınla evlenme ve onlarla beraber olma isteği vardır.
Çağdaş toplumun karşı çıktığı hükümlerin yer aldığı hadisleri “uydurma” kabul etmek çözüm müdür?
Yazarın düştüğü başka bir hata da, bugünkü insanların karşı çıktığına inandığı hükümlerin yer aldığı bazı hadisleri “uydurma” kabul etmeye meyletmesidir. Yazar, bir çok yerde, bu gibi hükümlerin yer aldığı hadisleri senetleriyle beraber uzun uzun aktardıktan sonra, genellikle “...bu senedin ortak noktasında bulunan.....şu...şu... ravi (veya raviler) bazı hadis alimlerinin tenkidine uğramıştır; veya bazı hadis alimlerince sika kabul edilmemiştir; yahut kendileriyle amel edilecek kadar sika raviler olmadığı söylenmiştir...” (mealen)gibi gerekçelerle bu hadislerle amel edilemeyeceğini, Hz. Peygamberin böyle bir şey söylemediğini, (sonuç olarak) bunların uydurma olduğunu ifade etmektedir.
Yazarın, böyle bir metodla ve böyle gerekçelerle bu hadislere yaklaşımını ve bunları uydurma hadisler olarak takdim etmesinin büyük bir hata olduğunu, bunun -yukarıda da ifade ettiğim gibi- bindiğimiz dalı kesmek olduğunu düşünüyorum. Zira, biz, savunma ve suçluluk psikolojisi içinde, kimi insanların hoşuna gitmiyor diye, İslam ümmetinin 14 asırdır üzerinde icma ettiği Buhari, Müslim vb. kitaplardaki hadisleri, -“...bu hadislerdeki filan ravi bazı hadis alimlerince tenkide uğramıştır...vb” gerekçelerle- uydurma kabul eder ve bunlarla amel edilemeyeceğini iddia edersek, İlhan Arsel (veya başka biri) kalkıp bize şunu sormaz mı: Peki, namaz, oruç, hac, zekat, haddler vs. ile ilgili Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilen hadislerdeki raviler, hiç kimse tarafından tenkid edilmemiş midir? Veya hiç kimse tarafından tenkid edilmeyen bir ravi var mıdır? O halde bu raviler tarafından rivayet edilen ve bizim hoşumuza gitmeyen, karşı çıktığımız hükümlerin yer aldığı hadisleri de uydurma kabul etmeniz gerekmez mi?... Biri çıkar bize bu soruyu sorar ve bizim ona verecek hiçbir cevabımız olmaz!
Ayrıca, bir hadisteki bazı ravilerin kimilerinin tenkidine uğramış olmaları veya tedlis yapmaları, -tek başına- o hadisi uydurma kabul etmek için yeterli bir delil olamaz. Önemli olan, bir hadisin “hadis usulü kaideleri”ne göre sahih olup olmamasıdır. Yani, bir hadisteki bazı raviler, tenkide uğradıkları ve müdellis oldukları halde, hadisin sahih olması sözkonusu olabilmektedir.
Burada dikkate alınması gereken çok önemli bir nokta da şudur: Bir hadis, hadis usulü kaidelerine göre “senet açısından sahih” olduğu halde, “metin” açısından problemler taşıyabilmekte, içinde, kendisiyle amel edilmeye engel olan ve doğru anlaşılması ve yorumlanmasını imkansız hale getiren unsurlar bulunabilmektedir.
Yani, bir hadisin ravisi -hadis usulü kaidelerine göre- ne kadar kusursuz bir ravi olursa olsun, yine de hata yapabilmesi ve yanılması sözkonusu olabilmektedir. Zaten, İslam alimlerinin, itikadi konularda sadece mütevatir hadisi delil kabul etmelerindeki sebep bu değil midir?
Hasılı; bir hadisin senet açısından sahih olması ayrıdır; metin açısından doğru bir şekilde anlaşılması ayrıdır. İslam ümmeti, Buhari ve Müslim’deki hadisleri senet açısından, yani ravileri itibariyle sahih kabul etmiştir; yoksa, bu hadislerin metin açısından problemsiz olduğunu ve hiçbir tahkike tabi tutulmadan olduğu gibi bunlarla amel edileceğini kimse iddia etmemiştir.

“Kur’ana aykırı olmak” ne demektir?
Yazar, yer yer, sözkonusu hadislerin Kur’ana da aykırı olduğunu, bu hadislerin metinlerinin tenkidinde Kur’anı esas aldığını, hadislerin ortaya koyduğu hükümlerin ve değerlendirmelerin Kur’anda yer almadığını belirtmekte ve bunların kabul edilemeyeceğini ifade etmektedir.
Doğrusu, bu konuda başka bir çok yazar tarafından da düşülen hata, “bir hükmün (ilkenin, esasın, değerin vs.) Kur’anda açıkça yer almamasının Kur’ana aykırı olmak” şeklinde değerlendirilmesidir ki, yanlıştır...Aslında bu, asırlardır tartışılan bir soruya nasıl bir cevap vereceğimizle ilgilidir: Aslı Kur’anda yer almasa dahi Sünnetin yeni bir hüküm koyma yetkisi var mıdır? Muhakkik alimlerin bu soruya cevapları “evet”dir! Eğer meseleye böyle bakacak olursak, sünnetle gelen bir hükmü, sırf Kur’anda bulunmadığı için, o hükmün Kur’ana aykırı olduğunu iddia etmek doğru değildir. Zira, İslamda, Kur’anda bulunmadığı halde Hz. Peygamberin sünnetiyle gelen, sahihliğinde de asla şüphe bulunmayan ve ümmetin üzerinde icma ettiği -ama Kur’ana aykırı da olmayan- bir çok hüküm vardır... Öyle ise, herhangi bir hadisle gelen hükmün Kur’ana aykırı olup olmamasında temel ölçü, o hükmün “Kur’anda yer alıp almaması” değil, “Kur’anın temel esprisine, Kur’anın getirdiği dünya görüşüne, ilke ve esaslarına aykırı olup olmaması”dır.
Hadislerin Kur’ana aykırılığı/uygunluğu sözkonusu olduğunda, hadislerin Kur’anla karşılaştırılması demek olan “Hadislerin Kur’ana Arzı” sahasına girmişiz demektir ki, böyle bir şeyi prensip olarak kesinlikle kabul etmeyenler bulunmakla beraber, kabul edenlerce de tespit edilen -olmazsa olmaz- usulü ve ilkeleri vardır.
Asıl konumuz bu olmadığı için bu usul ve ilkelerden söz etmeyeceğiz. Bunu, ilgili kitaplara havale ederek, sadece yazarın meseleye bu şekilde hiçbir usul ve ilke ortaya koymadan ve bu konudaki esasları göz önüne almadan, bazı hadislerin Kur’ana aykırı olduğunu iddia etmesinin yanlış olduğunu belirtmekle yetiniyorum.
Hadis mektebi mensupları re’y ve kıyas’ı red mi ediyorlardı?
Yazar, kitabının “Giriş” bölümünde, hadis mektebi mensuplarının kıyas ve re’yi reddettikleri için hadisleri doğru bir şekilde anlayıp yorumlayamadıklarını veya kendisinin tenkid ettiği ve uydurma olduğuna inandığı hadisleri sahih kabul ettiklerini iddia etmektedir ki, bunu insaf ve adaletle bağdaştırmak mümkün değildir...Hadis mektebi mensupları re’y ve kıyası red etmiş olsalardı, biz, bugün elimizde bulunan bu kadar hadis şerhleri ve hadis metodolojisine ait kitaplara sahip olamazdık...Bizden çok ayrı bir çağda, (genellikle Ortaçağ) çok ayrı bir toplumsal kültürel şartlarda ve o günün imkanları içinde bu eserleri yazıp bize miras bırakan insanların görüşleri, bizim için yetersiz olabilir; bize göre yanlış da olabilir...Bunların bir kısmının, kendi toplumsal-kültürel şartlarını esas alarak yaptıkları yorumları “mutlaklaştırma”ya meyilli oldukları da söylenebilir...Bir çok şey söylenebilir; ama, söylenemeyecek olan veya söylenmemesi gereken bir şey varsa, o da, bunların re’y ve kıyasa karşı olduklarıdır....Eğer, onlar, re’y ve kıyası red etmiş olsalardı, yazar, üzerine kendi kitabını yazacağı bir zemin bulamazdı ve böyle bir kitap ortaya koyamazdı!
Kur’anın temel esprisine, getirdiği dünya görüşüne, ilke ve esaslarına uygunluk/aykırılık açısından bazı hadislerin tahlil ve tenkidi/anlaşılması ve yorumlanması
Yazarın temas ettiği konuların ve tenkid ettiği hadislerin tümünü ele almak ve değerlendirmek bu yazı çerçevesinde mümkün olmadığı için, biz burada, bu hadislerden en çarpıcı olanlarını ve herkesin rahatlıkla tahkik etmek imkanı bulabileceği hadislere temas edeceğiz.
1- “Benden Sonra Erkeklere, Kadınlardan Daha Zararlı Fitne ve Fesat (Amili) Olacak Bir Şey Bırakmadım” Hadisi
Yazar, bu hadisin çeşitli rivayetlerinin yer aldığı senetleri uzun uzun ve ayrıntılı olarak naklettikten sonra, -daha önce de temas ettiğimiz gibi- senetlerinde yer alan bazı ravilerin hadis alimlerince tenkid edildiğini belirtmekte ve bu hadislerin sahih olmadıklarını, kendileriyle amel edilemeyeceğini belirtmektedir.
Yukarıdaki hadisi şu şekilde ifade edelim: “İnsanları fitneye düşüren ve kötülüğe sevk eden şeylerin en büyüğü kadınlar konusundaki zaaflarıdır.”
Şimdi bu hadis neye aykırıdır? Kitap ve Sünnete mi? Hayatın gerçeklerine mi? İslami ilke ve değerlere mi? İslamın insana ve dünyaya bakışına mı?
Aslında bunu mutlaka bir hadisle öğrenmeye de gerek yoktur. Sokağa çıkalım ve aklı başında bir insana soralım: İnsanı fitneye düşüren ve kötülüğe sevk eden şeyler nelerdir? diye... Mutlaka vereceği cevap; para, kadın, şöhret, dünya sevgisi vs...dir. Bunlardan da en çarpıcı ve etkili olanı, insanların kadınlar konusundaki zaaflarından dolayı yaptıklarıdır. Kadınlar açısından bakıldığında da, onları fitneye ve kötülüğe sevk eden unsurların en başında erkekler yer almaktadır. Bunu tartışma konusu yapmak dahi yanlıştır.
Elbette ki, bu hadislerden bütün kadınların –veya bütün erkeklerin- fitne ve fesat için bir potansiyel taşıdıkları gibi bir sonuç çıkmaz; zaten hadislerde de böyle bir ifade bulunmuyor. Lakin, erkekler açısından bakıldığında kadınların, kadınlar için de erkeklerin, fitne ve fesat için bir potansiyel taşıdıkları apaçık ortadadır. İstatistiklere bakılıp, suç işleyen ve kötü yola düşen insanların durumu incelenirse, bunun böyle olduğu görülecektir.
Ayrıca, İslam kültüründe bir şeyin “fitne sebebi” olarak nitelendirilmesi, o şey için her hal-u kârda olumsuz bir anlam ifade etmez.Çünkü, fitne olarak nitelendirilen bazı şeylerin “imtihan vesilesi” olmaları sözkonusudur. Zaten, İslami dünya görüşünün temel tezi “dünyanın bir imtihan olduğu”dur. Kur’anda, dünya hayatının, mal ve mülkün, mevki ve makamın, evlatların, kadınların, erkeklerin...vs. bir fitne ve fesat sebebi olabileceğini bildiren ayetler yok mudur? Hatta, Kur’an-ı Kerim, “vatan duygusu”nu bile marifetullaha engel olan şeyler arasında sayıyor: “Dediler ki, ‘eğer biz doğru yola uyar, seninle beraber olursak, yerimizden (Mekke’den) kovuluruz!”(Kasas, 57)
Kadın ve erkeğin, birbirleri için kendilerini kötülüğe sevk edecek bir potansiyel taşıdıklarını söylemek, ne onları aşağılamaktır ve ne de onları kötülüğün kaynağı olarak göstermektir; tam tersine -yazarımızın da bazen atıfta bulunduğu- insan fıtratının ortaya koyabileceği bir gerçeği ifade etmektir. Eğer kadın ve erkek, birbirlerini kötülüğe sevk edebilecek bir potansiyel taşımıyorlarsa, İslam’daki örtünme emri niçin var? Kadın-erkek mahremiyeti konusundaki bazı ilkeler niçin var? İhtiyar bir kadınla, genç bir kadın için emredilen örtü niçin farklı? Yüce Allah, kadınlara, çekici ve güzel yerlerini, gösterebileceği ve gösteremeyeceği kişileri niçin ayrıntılı olarak açıklamaktadır? Kadınların, yabancı erkeklerle konuşurken, “yumuşak, kıvrak ve işveli bir şekilde konuşmamaları” niçin istenmektedir? ...vs... Bunları daha da uzatabiliriz...İslamın bu ve başka konularda koyduğu hükümlerin, getirilen bazı sınırlama ve yasakların sebebi, kadın ve erkeğin birbirlerini kötülüğe sevk edebilecek bir potansiyel taşımalarıdır.
Hadislerde, sadece kadınların belirtilip, erkeklerin fitne ve fesada yol açacağından söz edilmemesi, Arap dilinin (veya Din Dili’nin) yapısı ile ilgilidir ve bu tür hükümlere erkek-kadın herkes dahildir. Ayrıca, bu zaafın bir sonucu olarak, erkeklerin daha çok fitneye düşmeleri, günah işlemeleri ve kötü işler yapmalarıdır. Bunda da hiçbir tuhaflık yok; zira, yüce Allah erkekleri farklı, kadınları farklı yaratmıştır...
Sonuç olarak; yukarıdaki hadisin Kitap ve Sünnete aykırı olduğunu iddia etmek, İslamın kadın-erkek ilişkileriyle ilgili getirdiği esasları ve bu konuda çizdiği hedefi anlamamak demektir.
2- “Kadınlar, İnsanın Karşısına Şeytan Gibi Çıkarlar. Size Doğru Bir Kadının Geldiğini Gördüğünüz Zaman, Bilin ki Size Yaklaşan Bir Şeytandır”, Hadisi
Hadislerin çeşitli rivayetlerinin orta noktası şudur: Hz. Peygamber, bir kadın gördükten sonra, nefsinde oluşan şeyi, eşi Hz. Zeynep’le giderdikten sonra, insanlara; “...Kadınlar, insanın karşısına şeytan gibi çıkarlar. Sizden biriniz bir kadın gördüğünde hanımına gitsin; bu, onun nefsinde meydana gelen şeyi giderir” , demiştir.
Bu hadisle amel etmek için, hadisin sahih olmasına hiç gerek yok...Bir hadis de, Kitap ve Sünnetin ruhuna, temel esprisine ve getirdiği dünya görüşüne ancak bu kadar uygun olur...Yazarımızın da birkaç yerde belirttiği gibi, İslama göre şeytanın haramların işlenmesiyle yakın bir ilişkisi vardır. Başka bir ifadeyle, insanı haramları işlemeye teşvik etmesi söz konusudur. Kur’ana göre insanı günaha iten faktörlerden birisi de “şeytanın mevcudiyeti”dir. Bu itibarla, bir insan yabancı bir kadınla karşılaştığında, -şeytanın da telkin ve teşvikiyle- kalbinde ona karşı, karşı koyamayacağı cinsel bir arzu duyup, onunla zina yapmak isteyebilir. Bu durumda, gelip hanımıyla cinsel ilişkide bulunmalı ve içinde meydana gelen bu arzuyu meşru’ yoldan gidermelidir...
Şimdi bu hadisin neresi yanlış, tenkid edilecek hangi tarafı var? İnsan bazen yabancı bir kadın gördüğünde ona elinde olmadan -nefis ve şeytanın telkiniyle- karşı koyamayacağı bir cinsel istek mi duymaz? Hatta, eğer İslamın yasakları, bu fiil için koyduğu ceza ve toplumun yazılı olan ve olmayan kuralları olmazsa, insan böyle bir kadınla beraber olma arzusu mu duymaz? Böyle bunaldığı bir durumda, eşiyle ilişkide bulunup, bu kötü düşünceyi kafasından atmasından başka, bu meselenin bir çözümü daha mı var?...Nedir yanlış olan...Doğrusu, anlamak mümkün değil! Aynı tavsiyeler -bazı erkekleri gördüklerinde böyle aşırı bir tahrik olma durumu sözkonusu ise- kadınlar için de rahatlıkla yapılabilir...
3- “Yabancı Bir Erkekle Bir Kadının Baş Başa Bulundukları Yerde Üçüncü Kişi Şeytan Olur” Hadisi
Bu hadisin de çeşitli rivayetleri vardır. Yine, bu hadislerdeki ortak nokta, yabancı bir erkekle bir kadının başbaşa bulunmalarının potansiyel olarak bazı kötülüklere sebebiyet verebileceği, şeytanın, kadın ve erkeğe gayr-i meşru bazı telkinlerde bulunabileceği, kadın ve erkeğin bu telkinlerle fuhuş ve benzeri yollara sapabileceğidir.
Bir önceki hadisi ele alırken de belirttiğimiz gibi; İslama göre, şeytanın haramlarla yakın bir ilişki vardır ve insanları haram şeylere teşvik etmesi ve onları işlemesine sebebiyet vermesi sözkonusudur.
İslam, zina ve fuhşa götürme ihtimali taşıyan her türlü kadın-erkek ilişkisini yasaklamakta veya belli sınırlar koymaktadır. Bir erkekle yabancı bir kadının başbaşa kalması, her ikisinde mevcut olan ve potansiyel olarak her zaman ve herkeste bulunan bazı kötü duyguların kabarmasına yol açıp, kadın ve erkeği zinaya sevk edebilir. İşte, sözkonusu hadiste de buna işaret edilmiş ve muhtemel bir tehlikenin önü kapatılmak istenmiştir.
Elbette ki, “bir kadınla bir erkeğin başbaşa kalmaları her zaman ve her hal-u kârda kötülüğe sebep olacaktır” diye bir kaide yoktur; ama, İslamın tavsiyesi ve yönlendirmesi geneldir ve insan cinsinden yalnız iki kişinin bu sebeple kötülüğe bulaşması dahi, İslamın, “insana ve hayat”a bakışı ve “insana verdiği değer”in tabii bir sonucu olarak bunun yasaklanması için yeterlidir. Kaldı ki, bir erkekle bir kadının başbaşa bulunmalarının kötülüğe sebep oluşu, hiç de öyle istisnai ve ender rastlanan bir durum değildir. Tersine, toplumun bugün bulunduğu ahlaki ortamı gerçekçi bir gözle tahlil ettiğimizde bunun, nasıl her türlü kötülüğün başlangıcı olduğunu fiilen görüyoruz.

4- “Uğursuzluk Üç Şeydedir: At’da, Ev’de ve Kadın’da” Hadisi
Yazar, bu hadisle ilgili o kadar rivayet ve yorum aktarmakta ve kendisi de yorumlar yapmaktadır ki, meseleyi iyice içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Halbuki, hadis problemleri ve çözümünü konu edinen kitaplara baktığımızda mesele kendiliğinden ortaya çıkmaktadır:
Hz. Peygamber, bir mecliste, “Allah, yahudilerin cezasını versin; Üç şeyde uğursuzluk vardır: Ev, kadın ve at, derler” demiştir. Sahabeden bazıları, hadisin baş tarafını duymadıkları için, sadece hadisin son kısmını rivayet etmişler ve kendileri de bunu Hz. Peygamberin sözü olduğunu zannetmişlerdir. Nitekim Ebu Hüreyre, hadisi son şekliyle rivayet edince, durum Hz. Aişe tarafından düzeltilmiştir. Ayrıca bir çok sahih hadiste, İslam inancında uğursuzluk diye bir şeyin olmadığı da peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.
Kendileriyle amel edilmeyen bazı hadisleri tenkid etmek
Yazar, kitapta, “KADINI TOPLUMDAN SOYUTLAYAN RİVAYETLER” başlığı altında, hadis alimlerince zaten kendileriyle amel edilmeyen, bir kısmının da açıkça uydurma olduğuna işaret edilen hadisleri ele alarak bunlarla ilgili bir takım değerlendirmelerde bulunmaktadır. Kadınların eğitimi, Kadının, kocasından izinsiz dışarı çıkması, aç ve çıplak bırakılması, onlara danışılmaması vs....Halbuki, İslam alimleri zaten bunlarla amel etmemişler ve, ya, açıkça bunların uydurma olduklarını belirtmişler veya problem teşkil ettiklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca, yazarın, burada ele almaktan sarf-ı nazar ettiğimiz; Kadının şahitliği, kadının yöneticilik yapması... gibi konulara yaklaşımını da -yukarıda da belirttiğim gibi-doğru bulmuyorum...Bu tarz yaklaşımların, inananların bugün karşı karşıya bulundukları problemlerin çözümünde bir katkısının olacağına da inanmıyorum. Eğer biz, kendi kültürel mirasımıza –bu mirasın bir kısmı her ne kadar sahih İslami geleneğe dayanmıyor ve belli çağların toplumsal-kültürel izlerini taşıyorsa da- böyle yaklaşır ve onu kendi bütünlüğü içinde ve kendi terminolojisi ile anlamaya çalışmazsak, bir müddet sonra İslam düşmanlarının saldırıları karşısında savunacağımız herhangi bir şey de bulamayacağız.
Sonuç olarak;İslam dünyasının, sahip olduğu coğrafya ve tabii zenginlikler ile hiç de orantılı olmayan bir siyasi, ekonomik, kültürel konumda olduğu bir gerçek... Bunun sebepleri, bugün bulunduğu noktaya nasıl geldiği, bunda hangi amillerin rol oynadığı ve bu durumdan nasıl kurtulabileceği gibi sorular, kendini şuurlu kabul eden her müslümanın cevap araması gereken sorulardır ve bu sorulara doğru cevaplar aramak ve bulmak, kültürel geleneğimizi ve mirasımızı atlayarak geçiştiremeyeceğimiz kadar ciddi bir meseledir.
Ayrıca biz, -ne kadar onlara yaranmak istersek isteyelim- İslamın bazı hükümlerini, bugünkü toplumdan kimi insanlara kabul ettiremeyiz. Çünkü, fıtratı bozulmuş bir insanın Allahın fıtrat dini olan İslamı kayıtsız şartsız kabul etmesi mümkün değildir; bu konudaki bazı çabalar da nafiledir.
Tekrar konumuz olan kadınlarla ilgili hadislerin doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanmasına dönecek olursak, İslami metinlerin doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması çok ciddi bir problemdir ve İslam alimleri, bu konularda, başka hiçbir kültürde rastlanması mümkün olmayan miktarda eser ortaya koymuşlardır. Eğer biz bu eserleri, gerçekten anlamak için okursak problem yok; ama, yargılamak ve yeni problemler yaratmak için okursak, o zaman işin içinden hiçbir zaman çıkamayız ve bu problemler, İslam dininin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim için de sözkonusudur. Elbette, Kur’an, en azından, sayısı üzerinde ittifak edilen ayetlerden oluştuğu için, daha az tartışmaya konu edilmiştir; ama, anlaşılması ve yorumlanması için bilinmesi zorunlu olan temel bilgiler öğrenilmeden Kur’ana yaklaşılırsa yine de bir çok problem ortaya çıkabilmektedir.
Kur’an için sözkonusu olan bu problemler hadisler için öncelikle ve daha fazla sözkonusudur ve böyle olması da çok tabiidir... Bu problemlerin hadisler için daha fazla ve aynı zamanda da niçin tabii olduğunu anlamak için, bu ilmin kendi metodolojisi içinde geliştirilen disiplinlere bakmak yeterlidir.
“Hadis Temelli Kalıp Yargılarda KADIN” adlı eserin yazarı Sayın Ali Osman Ateş, ne yazık ki, bu ilmin kendi metodolojisini ve bu metodoloji içinde geliştirilen disiplinleri atlayarak veya bunları gereği gibi kullanmayarak bazı yorumlar yapmakta ve –güya- İslami değerleri bugünkü topluma karşı savunmaya çalışmakta, ama takip ettiği metod ve temel mantığının yanlışlığı dolayısıyla kendisi bir çok yeni problem ortaya çıkarmaktadır. Hatta, yazarın, bibliyografyasında yer alan bazı kitapları bile çok dikkatli tetkik etmediği anlaşılıyor...Mesela; İsmail L. Çakan’ın “Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları” kitabını çok dikkatli bir şekilde incelese ve burada ortaya konan metodolojiyi ve disiplinleri kitabında uygulasaydı, kendisine problem gibi görünen meselelerin bir çoğu ile karşılaşmayacaktı.

Hiç yorum yok: