24 Nisan 2007 Salı

İNTİHAR EYLEMLERİ: PİRE İÇİN YORGAN YAKMAK!

Terör ve şiddet eylemleriyle ilgili düşüncelerimi, “Irak:Direniş mi, Çılgınlık mı?” ve “Terör:Düşüncenin İflası” başlıklı yazılarımda ortaya koymuştum…Bu yazıda, bu konularla iç içe, ama daha spesifik, “insani” bir olguyu, yine daha çok “insani boyutuyla” ele almak istiyorum:İntihar eylemleri…
İntihar eylemlerini, pire için yorgan yakmak olarak tavsif edişim boşuna değil…Çünkü, burada gerçekten de böyle bir durum sözkonusu…Zira, “eylem”le, eylemle hedeflenen şey veya eylemin gerekçesi arasında korkunç bir uçurum olduğu kanaatindeyim…
İntihar eylemleri niçin yapılır?
Herkesçe bilindiği gibi bu eylemler, ya işgale uğramış bölgelerde bu işgale karşı bir “direniş” amacıyla; ya, kendisinden memnun olunmayan bir düzeni değiştirmek ve yerine farklı ve yeni bir düzen kurmak için veya elde edilmek istenen bazı hak ve özgürlükler adına, daha “iyi bir yaşam ve dünya talebiyle” yapılmaktadır…
Daha somut örnekler üzerinden devam ederek sorunu netleştirmeye ve basitleştirmeye çalışalım:
Örneğin, Filistin’deki intihar eylemcisi şöyle düşünür: İsrail, bizim topraklarımızı işgal etti…O yüzden, canımız pahasına da olsa, bu işgale direnmek ve onu topraklarımızdan kovmamız, bu topraklarda “bağımsız” olarak yaşamamız gerekir…
Böyle düşünür ve bu “ideal” uğruna, intihar eylemi yapar…Yani, öyle bir eylem yapar ki, kendi hayatına son vermekle kalmaz, aslında ilkesel olarak belki bu işgale karşı çıkan, hatta Filistinlileri destekleyen veya hiç kimseyle bir gönül bağı olmayan (örneğin, o ülkede tesadüfen bulunan bir turist veya ziyaretçi) masum insanların canına da kıyar… Kadın-çocuk-yaşlı demeden insanların kanına girer…Bazen çocukları yetim, eşleri dul bırakır…Kimi zaman da, insanları, ömür boyu çekecekleri sakatlıklarla baş başa bırakır…
Diğer taraftan,intihar eylemcisinin evli ve çocuk (veya çocuklar) sahibi bir insan olduğunu düşündüğümüzde, onun bu eylemle kendi ocağını da söndürdüğünü; eşini dul, çocuklarının yetim bıraktığını ayrıca belirtmeye gerek yok…
Tekrar vurgulayalım ki, bütün bunlar, çok geniş anlamda düşünerek, insanların işgale karşı direnmeleri ve bağımsız yaşamaları gerektiği gibi bir felsefeden yola çıkarak “İsrail işgali” yüzünden ve “bağımsızlık” idealiyle yapılmaktadır… Fakat, burada hiç hesaba katılmayan şey şudur: Bu eylemler, sözkonusu amaç için nasıl bir anlam ifade etmektedirler…. Başka bir ifadeyle, bu eylemlerin, işgali sona erdireceği ve bir ülkeyi (diyelim ki Filistin’i) bağımsız yapacağının hiçbir garantisi yoktur…
Dahası; diyelim ki, bu eylemler vehmedilen hedefe ulaşmayı sonuç verdi; bu topraklarda, eylem sahiplerinin istediği gibi bir devlet kurulup kurulmayacağının da hiçbir garantisi yoktur…. Daha doğrusu, nasıl bir devlet kurulacağı muğlaktır ve biraz da dünyadaki konjonktürsel şartlara, hangi dünya görüşüne, hangi ideolojiye mensup insanların çabuk davranıp (veya başkalarını sindirip) yönetimi ele geçirmelerine bağlıdır. Bu söylediklerime, dünyadan da aynı coğrafyadan bir çok örnek verilebilir… O coğrafyadaki örnekler, Cezayir, Suriye, Mısır vs….dir.
Diğer taraftan, eğer burada sorun, yani her türlü çılgınlığa başvurmanın sebebi “işgal” ise, yani, bir halkın istemediği bir gücün o halk üzerinde egemenliği ise, İslam dünyasındaki hangi yönetimin yüzdeyüz halkını temsil ettiği söylenebilir ki?
Sokakta bile başörtüsünü yasaklayan Tunus mu, Kaddafi mi, Ürdün mü, hangisi?
Filistin örneğini, uğruna bu tür eylemler yapılan tüm coğrafyaları kapsayacak şekilde genişletebiliriz…Keza, şu anda en sıcak ve çılgınca eylemlerin yapıldığı Irak’ta olan-biten için de aynı değerlendirmeleri yapabiliriz…
Irak’ın başında Saddam olduğu zaman kuzu kuzu o devlette yaşayan insanların, herkesin malumu olan bir süreç sonunda ülkenin başına Talabani geldiğinde birden “işgal”in kötü bir şey olduğunu hatırlayıp, ülkeyi hem kendileri ve hem de insanlık için cehenneme çevirmeleri, sadece ve sadece Allah’ın verdiği akıl nimetinden mahrum olmakla açıklanabilir…
İntihar eylemlerinin, hem yapanlar ve hem de eylemden zarar görenler açısından hiçbir kitaba sığmadığını kanıtlamak çok basit; hele İslam dini açısından… Vahiy asrında (Kur’anın inişi sürecinde ve Hz.Peygamberin hayatta olduğu zaman dilimi içinde) bu eylemle uzaktan-yakından alakası olan bir örneğe rastlamak sözkonusu bile olamaz… (Ayrıntıya girmeye gerek görmüyorum…)
…Peki, hayatta “uğruna ölünecek şeyler” yok mudur?
Elbette vardır...Daha doğrusu, “uğruna ölüm göze alınacak” değerler vardır…Fakat, bir şey için gerektiğinde “ölümü göze almak”la, mevhum ve sonu belirsiz şeyler için kendini haraç-mezat ölümün kucağına atmak veya işe “kendini öldürmekle başlamak” farklı şeylerdir…
Başka bir ifadeyle; geniş ve felsefi anlamıyla zaten tüm İslam coğrafyası -hatta tüm dünya- fiilen bazı güçlerin kültürel-siyasi-ekonomik vs... istilası ve işgali altındadır; ama bu işgal ve istila –deyim yerindeyse- resmi anlamda olmadığı için pek farkında değiliz…Bu yüzden toplu intihar eylemleri yapamayacağımıza göre, belli bir coğrafyadaki “resmi” işgal ve istila yüzünden bu kadar çılgınlık yapmaya değmez…
Bazı şeylerin “sebeb”i (gerekçesi) ve amacı sorulmaz… Onun mahiyeti ve hükmü, o anki resminden bellidir. İnsanları üstü karalanacak bir basit figür gibi görüyor. Çiz üstünü eksi olsun! Çocukmuş, masummuş, kadınmış, hiç tanımadığı biriymiş; önemi yok! Böyle bir eylemi yapanın, yaptıranın, onaylayanın; meşru bir amacı ve düşüncesi olabilir mi? İntihar eylemleri böyle bir çılgınlıktır….
İşgal altındaki yerlerde, askeri hedeflere yönelik eylemlerin “meşru” ve haklı;sivil hedeflere yönelik olanlarının ise gayr-i meşru olduğunu söylemek de zırvanın zırvası bir iddiadır.Çünkü, sivil hedeftekiler insan da, askeri hedeftekiler robot mu?
Ayrıca, sivil hedef-askeri hedef ayırımı yapmak o kadar kolay mı? Örneğin, işgal altındaki Irak bağlamında konuşacak olursak, ailesinin rızkını temin etmek için polislik veya askerlik mesleğini seçen bir insanı nasıl askeri hedef kabul edebilir ve kanını helal sayabilirsiniz? Bir gün önce kanı haram olan insanın bir gün sonra (polis veya asker olunca) kanı helal mı oldu? Ne yapsın, çoluk-çocuğuyla birlikte aç mı kalsın? Geçimini “direnişçiler” mi temin edecek?
“İnsan”a yönelik olduğu sürece sivil hedef-askeri hedef ayrımı yapmak, akıl, basiret ve ferasetten mahrumiyetin ifadesinden başka bir şey olamaz!
Sonuç olarak; bu konu hakkındaki bazı fikirlerimi kendime saklıyorum ve buraya yazmıyorum… Ayrıca, bu yazı “çözüm” öneren ve “ne yapılmalı?” sorusuna cevap arayan değil, “ne yapılmaması” gerektiğini ve çözüm konusunda “elenmesi” gereken şıkları işaret etmek için kaleme alınmıştır…
Hiçbir şey, insan hayatı”ndan daha değerli olamaz… Ayrıca, bu eylem sahipleri (kendilerinin de içinde oldukları) “insan”ı öldürerek, yok ederek, sakat bırakarak hangi ulvi (!) hedefe ulaşabileceklerini sanıyorlar?
Biz, her an çocuklarımızın yanı başında olduğumuz halde, onlar için endişeleniyoruz, gelecek kaygısı taşıyoruz… Gencecik yaşında eşini dul, çocuklarını yetim bırakan bu insanlar kime ve neye güveniyorlar? O çocukların hayatta nelerle karşılaşabileceklerini ve başlarına neler gelebileceğini düşünmüyorlar mı? O kadar âdil, hakça paylaşımların olduğu “Medinet’ül-Fâzıla”da mı yaşıyoruz yoksa?
Eğer geniş anlamda “işgal” her türlü çılgınlık için yeter bir sebep ise, İslam coğrafyasındaki yönetimlerin çoğu halka rağmen ülkeye egemen oldukları ve dış güçleri temsil ettikleri için işgalcidirler ve kendilerine Irak’taki, Filistin’deki gibi karşı direnmek gerekir… Ümmetin, şimdilik böyle bir gücü olmadığına ve bu durum, bugünden yarına sihirli bir değnekle dokunup çözülebilecek bir sorun/olgu olamayacağına göre Saddam’la Talabani arasında bir fark görmek, sadece bizi “daha çok kaybeden taraf” yapacaktır…

Hiç yorum yok: