24 Nisan 2007 Salı

BAŞÖRTÜSÜ: BİTMEYEN TARTIŞMA!
Başörtüsü, Türkiye’de daha uzun süre tartışmaya devam edeceğimiz ve gerilim alanı oluşturacak konuların başında gelir, dersek, sanırım hiç de abartmış olmayız. Belki çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da, “öteki”nin, dilediği gibi düşünme, bu doğrultuda örgütlenme ve yaşama hakkına saygı göstermemiz gerektiğini, başka türlü çağdaş dünyada yerimizin olmayacağını, ancak bir “dayatma” sonucu, örneğin AB’ye giriş sürecinde öğrenebileceğiz.
Aslında başörtüsü, tek başına ele alınıp değerlendirilebilecek bir sorun da değil; mesele, bizden farklı düşünen, yaşayan “öteki”nin haklarını da, aynen kendi haklarımız ve özgürlüklerimiz gibi savunmamız ve sahip çıkmamız sorunudur. Daha önce, “Zorunlu Din Eğitimi” bağlamında bu konudaki düşüncelerimi ifade etmiştim.
Bu açıdan bakıldığında, başörtüsü sorununu çözümsüzlüğe mahkum etmek için fikir beyan eden ve çaba gösterenlerin ortaya koyduğu çifte standardı, hatta samimiyetsizliği görmemek mümkün değil… Başka bir ifadeyle, Türkiye’de demokrat olduğunu iddia edip, hak ve özgürlüklerden dem vuran, birkaç bir Rum vatandaşımızın “ruhban” yetiştirebilmesi için ruhban okulunun açılmasını savunan, anadilde eğitim için bayrak açan sözde aydınların, konu, inanan insanlar ve başörtüsü olduğunda, bu taleplerin kolayca rafa kaldırılabilmesini savunabilmeleri…sadece bir çifte standardın ifadesidir.
Bu konuda fikir beyan edenlerin her şeyden önce şu konuda karar vermeleri lazım: Demokrasi, “sayılara ilişkin” bir şey mi, yoksa “ilkesel” mi?
Demokrasi, “ilkesel” bir şey ise (ki öyle olmalıdır), eğer bu ülkede bir dünya görüşüne mensup insanlar varsa ve bunlar başörtüsü takarak eğitim görmek istiyorlarsa, demokrat geçinen tüm insanların onların bu hakkına saygı gösterip; bu hak, şu veya bu bahane ile engellendiğinde, kendilerine destek olmaları lazım…
Nereye kadar?
Sonuna kadar!
Peki, bu insanlar ideolojik faaliyetlerde bulunurlarsa ve devlet ve toplum için bir tehdit oluşturmaya başlarlarsa ne olur?
Bir kere bu sadece ve sadece bir vehim; belki, “ötekini” mahkum etmek ve bazı haklarını elinden almak için bir bahane…
Varsayalım ki, “vehim” değil ve bu insanlar toplum ve devlet için bir tehdit oluşturmaya başladılar…Bu ülkenin kolluk kuvvetleri, polisi, savcısı vs. ne güne duruyor?
Kaldı ki, bunun bir vehim ve sadece ve sadece “ötekini” mağdur etmek, dışlamak, eğitimi hakkını elinden almak için bir bahane olduğunun en büyük kanıtı, şu ana kadar başörtülü insanların bu yönden tek 1 “illegal” faaliyetlerinin olmamasıdır.
Başörtüsünün dinin bir emri olup olmadığıyla ilgili tartışmalara gelince…Bence bu, sadece ve sadece başörtüsü takanların sorunudur…Dinin emri olmasa bile (diyelim ki, kendisinin “imajı” olduğunu veya bunu bir aksesuar olarak kullandığını ifade ederek), bu şekilde okumak isteyenlere kimsenin müdahale hakkı olmamalıdır…
Kaldı ki, örtünme emri, diğer tüm öğretileri gibi İslam’ın belli bir zaman-mekan ve olgu (gelenek) üzerinden verdiği evrensel bir emirdir… Böyle olması da çok doğal; zira, İslam, insanın yeryüzündeki anlamı (kökeni, hayat süresi, ve ölüm sonrası) ve ilişkileri (insanlarla, tabiatla, Allah’la) üzerinde alternatif bir sözü olan bir dünya görüşü, medeniyet çerçevesi ve bir kök paradigmadır. İnsanın bütün yaşam etkinliklerini (kültür, sanat, mimari,müzik, bilim, felsefe, eğitim,ekonomi, siyaset, hukuk vs.) etkileyen, belirleyen, şekillendiren bir dinamiktir.
Aslında, başörtüsü ve kılık-kıyafetle ilgili emir ve yasakları kendi toplumsal-kültürel bağlamları içinde aktarmak, hayli aydınlatıcı olurdu ama, maalesef yazıyı sınırlandırmak durumundayım...Sadece şuna işaret etmekle yetineceğim: Başörtüsünün Kur’anda olmadığını veya dinin bir emri sayılmayacağını dillendiren bazı sözümona ilahiyatçı ve akademisyenleri ciddiye almak mümkün değil…Çünkü, İslam’ın (çoğu hükmü gibi) kılık-kıyafetle ilgili emir yasak ve yönlendirmelerinin de “belli bir tarihsellik” ve “olgu” üzerinden verildiği doğrudur; ama, bu tarihsellik üzerinden verilen evrensel bir mesaj var ve bu mesaj, ortada “kadın” ve “erkek” diye, birbirine ilgi duyan, biri öteki için cazibe merkezi olan iki cins olduğu müddetçe -temelde- asla değişmez…
Başka bir ifadeyle, örneğin, İslam’ın doğduğu toplumda -kimi yorumcular tarafından “çarşaf” olarak tercüme edilen– “cilbab” denilen bir elbise giyiliyordu. Ancak bu elbise “zaman mekan unsuru” ve o toplumun örf ve adetleri, sosyo-kültürel durumu ile ilgilidir. Cilbab, aynı sosyo-kültürel yapıya sahip olmayan toplumlar için bağlayıcı bir elbise değildir. Diğer bir ifadeyle, cilbab emri, cilbab giyme adeti olmayan toplumları bağlamaz. Diğer toplumlar için evrensel olan ve asla değişmeyen ilke/emir, tüm vücudu örtecek herhangi bir elbisenin giyilmesidir…
Sözkonusu (bazıları Prof. Titrine sahip) çağdaş dinbilimciler(!)in, “örtünme konusunda önemli olanın her toplumun örf-âdet ve gelenekleri olduğu, bu itibarla günümüzde toplumun giyinme tarzının İslami açıdan meşru olduğu” yolundaki söylemleri de sadece bir hezeyandır… Çünkü, İslam, örf-âdet ve gelenekleri “mutlak” anlamda bir veri ve doğru kabul etmiş olsaydı, ilk hitap ettiği toplumun geleneklerini kabul ederdi; onları değiştirmeye kalkmazdı…Hatta o zaman, “varlık sebebi” de ortadan kalkardı… Yani, İslam dini diye bir din inmesine gerek de kalmazdı… Toplum, 1 asır sonra, sokakta bile şortla veya bikini ile gezmeyi gelenek kabul etse ve bunu hoş karşılasa (ki, bugün kimi bölgelerde –örneğin sahil bölgelerinde veya plajlarda- bunu bir gelenek haline getirmiş durumda), İslam dini bunu da kabul etmiş mi olacak?

Örtünme emrinde her zaman ve her çağda bağlayıcı olan, “ilke ve esaslar”dır, “temel mantık”tır ki, örtünme ile ilgili ayetlerden ve Hz. Peygamberin uygulaması ile Sahabe ve daha sonraki bilginlerin uygulamalarından ve yorumlarından anlaşıldığı gibi o da şudur:
1. Göğüs, bel, kalçalar gibi, şehveti çekici uzuvları gösterecek kadar sıkı ve dar veya ince olmayacaktır.
2. Giyilecek olan elbise, eller ve yüz hariç vücudun tümünü örtmelidir.
İslam tarihinde kimi dönemlerde buna aykırı uygulamaların ve yorumların görülmesi, mesela, çarşafın tek örtünme vasıtası olarak görülmesi veya kadınların “peçe” takmaları bu gerçeği değiştirmez.
Konuyu uzattığımın farkındayım ama yanlış bir anlamaya meydan vermemek için başka çaresi yok…
Daha önce “Din Eğitimi” üzerine yazdığım yazıda vurguladığım gibi, dinle işi olan-olmayan herkesin, çevresinde olan-biteni doğru değerlendirmesi ve ister istemez şu veya bu şekilde iletişimde olduğu insanların tavır ve tutumlarını ait olduğu yere doğru olarak yerleştirebilmesi için, din hakkında sağlıklı bilgi sahibi olması şarttır…
Konumuza dönecek olursak, İslami dünya görüşünü kabul etmeyen insanlar, elbette ki örtünmek veya başörtüsü takmak zorunda değiller; ama, bu ülkede birlikte yaşayacaklarına göre, başörtülüleri “anlamak” ve “saygı göstermek” (en azından saygısızlık etmemek) zorundadırlar…
Başörtüsünü, giyenler açısından bir “aşağılama” vesilesi yapanların bu tavır ve söylemleri de hiç ahlaki değil…Çünkü, bu noktada önemli olan “ötekini” gerçekten anlayabilmek, empati kurabilmektir…
Sözümona, hayatında kutsal olana hiç yermeyen profan, çağdaş bir kadın için, süslenmek, özellikle de başkaları için süslenmek ve sürekli kendinden sözettirip gündemde kalmak, erkekleri büyülemek..vs. de bir yaşam biçimidir, bir tercihtir…Nitekim son günlerde, sezonluk 100.000 dolara kiraladığı yatında bikiniyle pozlar veren bir ünlünün, “hala genç bir kız gibi bir vücuda sahip olduğu” yolundaki söylemler, sabah-akşam tv. ekranlarından gözlerimize sokulmakta…
Tekrar belirteyim ki, bu da bir tercihtir… Fakat, bir kadının, zaten tümüyle erkek için cazip olan vücudunu, sadece belli yerlerde (diyelim kadınlar arasında) göstermeyi tercih edip, sadece kendi eşine karşı bir cazibe amacıyla kullanması da başka bir tercihtir… Bütün bunlar, kişilerin dünya görüşü, hayatı ve eşyayı algılama, yorumlama ve anlamlandırma tarzıyla alakalı bir durumdur…
Üniversitede başörtüsü takan genç kızların “baskıyla” örtündüğü, arkalarında ideolojik güçlerin bulunduğu vs. türünden tüm söylemler, sadece ve sadece, kişilerin veya kurumların, kendi anti-demokratlıklarını gizlemek için uydurdukları maskelerdir… Çünkü, eğer baskı sözkonusu olsaydı, bu kızların, iddiaların tam tersine açılmaları gerekirdi…Zira, çoğunluğun “açık” olduğu bir ortamda insan zaten kendisini psikolojik olarak (açılma yönünde) bir baskı altında hisseder… Ve böyle bir ortamda örtünmenin inançlar ve bunun dinin bir emri oluşu dışında açıklanması hiç de makul değil…
Bu tür iddialar, intihal yaptığı resmi makamlarca tescil edilen rektörün, “ikna odaları” mucidi (kaderin garip bir cilvesi olarak, düşünceleri; o sempatik, munis yüzü ve tane tane, oldukça güzel konuştuğu İstanbul Türkçe’siyle tam bir tezat teşkil eden) rektör yardımcısı bayan’a aittir… “İkna odaları’ndan kendileriyle konuştuktan sonra, çoğunun kendi istekleriyle başörtülerini çıkardıkları” yolundaki söylentiler de hiç inandırıcı değil; en fazla, bazı kızların eğitimlerini heder etmemek için kerhen buna razı oldukları söylenebilir…Mevcut şartlarda ve bu kadar psikolojik baskı altında örtünen kızlar, Nur yüzlü hanımın birkaç saatlik konuşmasıyla ikna olacaklar, öyle mi?
Bu arada, bu sorunun tartışılması sırasında Türkiye’de muhtelif kesimlerce sözümona bir “çözüm” olarak dile getirilen “Başörtüsü konusunda referandum yapılması, vakıf üniversitelerinde serbest olması, üniversiteli kızların taktığı türbanın yasak, Anadolu kadının taktığı başörtüsünün serbest olması..” vs. türünden söylemleri ve teklifleri devlet ciddiyetiyle bağdaştıramadığımı ve bunların “fikir” değeri olmadığını düşündüğümü belirtmek isterim…
Keza; AİHM’nin kararı üzerinden edebiyat yapmanın da bir tükenmişlik olduğunu düşünüyorum…Aynı AİHM, Abdullah Öcalan’ın “adil yargılanmadığı ve yeniden yargılanması” konusunda da bir karar verdi, kabul mü edeceğiz? Kaldı ki, şu anda AİHM’deki yargıçların çoğu, diktatörlüklerden yeni kurtulmuş ve henüz Batı’lı anlamda ileri demokrasiyi içlerine sindirememiş kültürlerle yoğrulmuş insanlardır…
Başörtüsü sorunu dolayısıyla mağdur olan öğrencilerin, her ne şekil ve suretle olursa olsun, devletin polisiyle veya diğer yetkililerle karşı karşıya gelmesini, bir çatışma içine girmesini yanlış buluyorum…Aynen, güya, dikkatleri bu soruna çekmek için Cumhurbaşkanı’na Kur’an vermeye yeltenenleri ve başörtüsü için Mekke’ye gidip, başörtüsü sorumlularını Hz.Peygambere şikayet etmeye gittiklerini(!) söyleyenlerin bu teşebbüslerini yanlış bulduğum gibi…Allah’ın verdiği akıl nimetini kullanabilen birileri, bu sorunun çözüm yerinin; sokakta, şurada burada, devletin görevlileriyle çatışmaya girip coplanmak, horlanmak veya aşağılanmak değil, TBMM olduğunu herhalde bilir…Keza, kimse kendi beceriksizliği için peygamberden medet filan da beklemesin…Denize tesettürlü(!) mayolarla girmeye yeltenenleri ve bununla bir gündem oluşturmak isteyenleri de “maskaralar” olarak niteliyorum…
Denilecek ki, “Peki, başörtüsü/türban sorununda ‘karşı çıkanların’ hiç mi haklı olduğu bir taraf yok?”
Evet, bu noktada, düz mantıkla bakıldığında, onlara hak verdirecek bir sebep olduğu söylenebilir… Bir İslam toplumunda, İslam’a inanmayan ve “farklı” bir yaşantı talebi olanların pozisyonu ne olacaktır? Başörtüsü örneğimiz üzerinden devam edecek olursak, mesela bir İslam toplumunda başörtüsü takmama özgürlüğü olacak mı? Bu gibi konular haklı olarak onların kafalarında soru işaretleri bırakmaktadır…
Ne yazık ki İran, bu konuda olumsuz bir örnektir…el-Kaide ve Taliban ise –sonuç itibariyle- yüzkarası örnekler… Ve bütün bunların başlıca sebebi, tüm yazılarımda vurgulamaya çalıştığım bir sorundur: Tarihteki uygulamaların “mutlaklaştırılması” ve aynen devam ettirilmek istenmesi… Halbuki, tarihteki herhangi bir uygulamayı “aynen” bugüne taşımak, sadece anakronizmle açıklanabilir….
Kaldı ki, başörtüsü takmamak, tarihteki İslam devletlerinde bile bugünkü gibi bir sorun oluşturmamıştır…Olsa bile, günümüz için hiçbir anlamı olmazdı zaten…Bunun en yakın kanıtı, bol miktarda padişah eş ve kızlarının veya farklı kesimlerin açık fotoğraflarına rastlıyor olmamızdır…Demek ki, Osmanlı toplumunda bile isteyen, “farklı” bir giyim tarzı tercih edebiliyordu…
Tekrar belirtmek isterim ki, dindar olmak veya olmamak, başörtüsü takıp takmamak bir tercihtir…Fakat, demokrat ve sosyalleşmiş bir insandan beklenen, kendisi nasıl düşünür ve yaşarsa yaşasın, öteki” insanların düşüncelerine ve yaşayışına saygı göstermek, en az kendi hakları kadar diğerlerinin haklarını da savunmak, şu veya bu şekilde bu hakları engellendiği veya elinden alındığı zamanda mağdurların yanında yer almak ve onları desteklemektir…
Başörtüsü sorunuyla çok yakın alakası olan diğer bir konuda İmam-Hatip Liseleri’dir…Bu konuda da yine, inanılmaz çifte standart fikirlere ve samimiyetsizliklere rastlamak mümkün…
Halbuki, İmam-Hatip liseleri, her ne kadar kuruluş aşamasında ülkedeki imam ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş olsalar da, daha sonra bunlar başka bir toplumsal talebe cevap verir duruma gelmişlerdir… O talep şudur: İnanan insanlar, çocuklarını, hem din eğitimi alabilecekleri ve hem de ibadetlerini rahatlıkla yapabilecekleri bir kurumda okumak istiyorlar… Normal liseye giden bir çocuk başka bir okulda, namaz kılmayı bırakın, bundan bahsedebilir mi?Madem ki bir toplumsal ihtiyaç ve talep var, demokrasi bunun çaresinin bulunması için kafa yormayı, çaba harcamayı gerektirir, yok saymayı, bahanelerle geçiştirmeyi değil. Dolayısıyla, şu ya da bu bahaneyle bu okulları diline dolayıp, bunları devlet için potansiyel bir tehlike gibi gösterip, üstelik bu okul mezunları için yüksek öğretimde çeşitli engeller ve sınırlamalar çıkarmak, demokratlıkla, medenilikle asla bağdaşmaz, diye düşünüyorum… İmam-Hatiplerin kökünü kurutacağız diye, tüm meslek lisesi öğrencilerine yapılan haksızlığı görmemek için, sanırım kör olmak gerekiyor…İnsanlar, çocuklarını rahatlıkla bu okullara gönderebilmeli, bu çocuklar da hiçbir sınırlama olmadan istedikleri okulda okuyabilmeli, istedikleri mevkiye gelebilmelidirler… Benzer mevkide bulunan başka biri, devlet aleyhine herhangi bir eylemde bulunduğunda ne yapılıyorsa, ona da aynısı yapılmalıdır…
Hatırlayalım; bir ara da, “Yeşil Sermaye” suçlamasıyla muhafazakar insanların ticari ilişkilerine şu veya bu şekilde engeller/sınırlamalar konmuştu…Sonra, bu kurumlar, kendilerine –mecburen- Türkiye dışında başka pazarlar bulmak durumunda kaldılar… Herhalde, Türkiye’nin son zamanlarda yaşadığı ekonomik krizler karşısında, o zaman, türlü engeller çıkaranların vicdanları biraz sızlıyordur…
Kanaatimce devlet, bu noktada kendinden emin olmalı ve rahatlıkla herkese, “Eteğinizdeki taşları dökün bakalım!” diyebilmelidir… Teröre ve şiddete başvurmayan her türlü düşüncenin ifadesi ve bu doğrultuda örgütlenme serbest olmalıdır…Unutmayalım: Bu ülkede bir zamanlar, komünist ideoloji için de insanlar idam edildi, işkencelerden geçirildi, yıllarca hapis yatırıldı… Şimdi, her türlü propaganda ve örgütlenme serbest, partisi bile var; ama aldığı oylar ortada… Elbette, başörtülü insanlar içinde devletle sorunu olan hiçbir insan olmadığını -en azından teorik olarak- kimse iddia edemez…Fakat şunu unutmayalım: Adaletin ve hürriyetin egemen olduğu bir yerde devlete “karşı duruşlar” asgariye inecektir…
Sonuç olarak;başörtü yasağı Türkiye gibi bir ülkeye hiç mi hiç yakışmıyor…Dış dinamikler olmadan bu sorunu kendi sağduyumuzla çözmeli, bu sorunu, devletle vatandaş arasında bir gerilim alanı olmaktan çıkarmalıyız… Hem de, sadece yüksek öğretimde değil, isteyen bunu lisede bile rahatlıkla takabilmelidir…Ayrıca, sorun, sadece eğitim süresi boyunca başörtüsünün serbest olması da değil; bu insanlar, mezun olduktan ve bir meslek sahibi olduktan sonra, istedikleri her mesleği rahatlıkla ve hiçbir zorlukla karşılaşmadan, (kamu düzenini bozmamak ve toplum ahlakına aykırı olmamak şartıyla) istedikleri kıyafetle yapabilmelidirler...Hiç kimse, başörtülü öğrencilerin devleti yıkacağından filan da korkmasın…Çünkü, Allah, her yerde uygulanabilen bir devlet sistemi ortaya koymuş değil; sadece, belli bir toplum (Arap toplumu) ve belli bir tarih (Miladi VII.yy.) üzerinden yaptığı bir müdahale var… Belli bir tarihsellik üzerinden verdiği bir mesaj var…Bu mesajı günümüze (veya herhangi bir çağa) taşımak, beşeri bir süreçtir ve öyle sanıldığı gibi hiç de kolay değil… Yani, devleti yıkmak gibi bir hedefi olduğunu sandığınız insanlara “Bu devletin yerine nasıl bir devlet koyacaksınız?” sorusunu yöneltin, yeter!

Hiç yorum yok: