24 Nisan 2007 Salı

İslam Hukukuna Göre
RECM CEZASI
İslam'ın, zina suçu için koyduğu nihai cezanın ne olduğu, müslüman alim ve yorumcular tarafından en çok tartışılan ve kesin bir sonuca ulaşılamayan konuların başında gelmektedir. Bu tartışma, özellikle evli olarak zina eden kadın ve erkeğe verilecek ceza üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu tartışmalara dikkatlice bakıldığında, problemin “sünnetin dinin ikinci temel kaynağı olarak kabul edilip edilmemesi” ile doğrudan alakalı olduğu apaçık anlaşılıyor. Çünkü bu iki kaynakta zina suçu için öngörülen cezalar farklılık arz etmektedir.
Kitap-Sünnet bütünlüğüne ve ayrılmazlığına inanan alimlerin çoğunluğuna göre problem yok: Kur’an, bekar-evli ayırımı yapmadan zina suçu için 100 sopa vurulmasını umumi bir şekilde emretmiş, Hz. Peygamber ise, bu umumi hükmü bekarlara tahsis ederek (özelleştirerek) evliler için yeni bir hüküm olarak, taşlanarak öldürülme (“recm”) cezasını koymuştur. Sünnetin, dinin ikinci kaynağı olduğunu kabul etmeyenlerle, modernistler ise bu konuda daha farklı düşünmektedirler.Bunların bir kısmı, sünneti tamamen red ettikleri için, Kur’anda açıkça yer almayan bir hükmün -Sünnette yer alsa dahi- İslami olarak kabul edilmesinin söz konusu olmayacağını ve İslamın zina için koyduğu tek cezanın bekar-evli ayırımı olmaksızın 100 sopa olduğunu iddia etmektedirler. Sünneti, dinin ikinci kaynağı olarak kabul ettikleri halde, Hz. Peygamberin recm uygulamalarının Kur’an ayetlerinin inişinden önce olduğunu, dolayısıyla 100 sopa cezasının recmi neshettiğini ve bekar-evli herkesi kapsadığını iddia eden Müslüman bilginler de vardır.
Recm cezası açıkça Kur’anda yer almadığı için buna karşı çıkan görüşlerden sarf-ı nazar ediyoruz; bizi ilgilendiren, Hz. Peygamberin bu konudaki uygulamalarının nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiğidir. İşte bu konudaki hadisleri, hadislerle ilgili görüşleri ve tartışmaları ayrıntılı olarak ele alan ve aktaran bir eser bu soruya cevap bulmaya çalışmaktadır. Sözkonusu çalışma Yusuf Ziya KESKİN’in “RECM CEZASI” –Ayet ve Hadis Tahlilleri- adlı kitabıdır. (Beyan yay.)
Yazar, zina suçu ve cezası hakkında yapılan çalışmaları kısaca tanıttıktan, İslam öncesi kültürlerde ve Cahiliyye döneminde zina suçuna verilen cezaya da temas ettikten sonra meselenin Kur’an-ı Kerimde ve Hadislerde nasıl ele alındığına geçmektedir.
KUR’ANDA ZİNA VE CEZASİ
Zinayı yasaklayan ayetler:
“Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, açık bir kötülüktür, çok kötü bir yoldur.”(İsra, 32)
“Ve onlar ki, Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allahın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahı(nın cezasını) bulur. Kıyamet günü azap onun için iki kat arttırılır ve o, azabın içinde hor ve hakir olarak ebedi kalır. Ancak tövbe edip inanan ve salih amel işleyenler, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere dönüştürecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”(Furkan, 68-70)
“Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allaha hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana bey’at ederlerse, onların bey’atlerini al onlar için Allahtan mağfiret dile.Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Mümtehine, 12)
Zina’nın cezası ile ilgili ayetler:
1-Hapis Cezası:
“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin; eğer onlar şahitlik ederlerse,o kadınları ölüm (alıp) götürünceye, ya da Allah onlara bir yol (sebil) gösterinceye kadar evlerde tutun(dışarı çıkarmayın)”(Nisa, 15)
Bu ayetin, lezbiyenler hakkında olduğu hem eski alimler hem yeni yazarlar tarafından belirtilmişse de yazarımız bu görüşe katılmamakta, ayetin öncelikle zina için istenen şahitlerin sayısını tespit ettiğini ve ilk cezayı –ki hapistir- belirlediğini ifade etmektedir.
2-Eziyet Cezası:
“İçinizden iki kişi fuhuş yaparsa, onlara eziyet edin; eğer tövbe eder uslanırlarsa artık onlar(a eziyet)den vazgeçin.Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet sahibidir.”(Nisa, 16)
Yine bu ayetin de erkeklerin kendi aralarındaki cinsel ilişki (livata) hakkında olduğu söylenmiştir. Yazar, bunu kabul etmemekte ve bu ayetin daha sonra inecek olan sopa(celde) ayetindeki cezayı mücmel olarak eziyet şeklinde ihtiva ettiğini, sopa ayetiyle bu eziyetin açıklandığını ifade etmektedir.
3-Sopa (Celde)Cezası:
“Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun; Allaha ve Ahiret gününe inanan (insan)lar iseniz Allahın dini(ni uygulama hususu)nda, sizi onlara karşı acıma duygusu tut(up engelle)mesin. Mü’minlerden bir gurup da onlara yapılan azaba şahit olsun.”(Nur, 2)
Zina ile ilgili nihai cezayı koyan bu ayet, evli-bekar ayırımı yapmadan bu fiili işleyenlere yüz sopanın vurulmasını hükme bağlamaktadır.
Yazar, -bazılarınca iddia edilen- bu ayetlerin daha önceki iki ayeti nesh etmesi gibi bir durumun sözkonusu olmadığını belirtmekte ve şöyle demektedir:
Kur’an-ı Kerime göre zina cezası evli bekar ayırımı yapılmaksızın yüz sopadır. Hapis ayeti(nisa, 15), öncelikle zinanın sübutundaki şahitlerin nisabını ve bu fiili işleyenlere ilk uygulanacak cezanın hapis olduğunu belirtmiş; eziyet ayeti(Nisa, 16), erkek ve kadından bu fiili işleyenlere uygulanacak cezayı mücmel olarak “eziyet” şeklinde açıklamış, daha sonra celde(sopa) ayeti(Nur,2) ilk iki ayette miktarı belirlenmeyen cezanın miktarını beyan etmiştir.

HZ. PEYGAMBERİN UYGULAMALARI
Kur’an-ı Kerimin, zina cezası olarak -evli-bekar ayırımı yapmadan- yüz sopa vurulmasını emrettiği hususunda ihtilaf yoktur. Ancak, Hz. Peygamber, Kur’andaki bu cezayı bekarlara tahsis ederek(özelleştirerek), evliler için -tamamlayıcı bütün şartları yerine geldiğinde- yeni bir ceza, taşlanarak öldürülme (“recm”) cezasını uygulamıştır: Önce iki yahudiyi, sonra sahabeden Maiz’i, Cuheyne’li bir kadını ve yanlarında çalışan işçiyle zina eden kadını recmetmiştir. Bu uygulamaları aktaran bazı rivayetlerde farklılık varsa da, rivayetlerin ortak noktası Hz. Peygamberin sayılan bu şahısları recmetmiş olmasıdır. Rivayetlerdeki farklılıkların sebebi ise -yazarında işaret ettiği gibi- hadislerin bazen manen, bazen ihtisaren rivayet edilmiş olması ve bazı ravilerin zapt kusurlarıdır. Sonuç olarak bu uygulamaların varlığı tartışma dışıdır. İşte, ilk dönemlerden bugüne kadar -ifade ettiği hükümler açısından- tartışma konusu olan da bu uygulamalardır: Peygamberin bu uygulamaları, Kur’andaki cezadan önce midir, sonra mı? Eğer, önce ise, zina konusunda, kendisiyle amel edilmesi gereken nihai hüküm ne olacaktır?
Hz. Peygamberin Uygulamalarının Nesh Edilmesi Sözkonusu Olabilir mi?
Bu iddia, eski yeni bazı alimler tarafından ileri sürülmüştür. Ayrıca, recmle ilgili rivayetlerin haber-i vahit olduğunu ve bunların mütevatir olan Kur’an ayetlerini tahsis edip ondan daha ağır bir hüküm koyamayacağını iddia edenler de vardır.
Yazar, bu iddiaları kabul etmemekte ve şöyle demektedir:
“Celde ayetinin Hz. Peygamberin uygulamalarını neshettiğine dair ne Resulullahtan ne de ashab ve daha sonraki nesillerden bir rivayet gelmemiştir” “...Hz. Peygamberin recmettiği kimselerle ilgili rivayetlerde recm uygulamasının celde ayetinden sonra olduğuna delalet eden bilgiler mevcuttur. Recmle ilgili hadislerin ravilerinden Ebu Hüreyre ve İmran b. Husayn, hicri 7. yılda, Cuheyneli kadını recmedenler arasında zikredilen Halid b. Velid de hicri 8. yılda müslüman olmuştur. Nur suresi –yani celde ayetinin içinde bulunduğu sure- İfk hadisesi (Hz.Aişe’ye iftira atılması) üzerine; İfk hadisesi de en geç hicri 6. yılda inmiştir. Buna göre recm uygulamaları Nur suresinden sonra meydana gelmiştir.”
Doğrusu, celde ayetinin Hz. Peygamberin recm uygulamalarını neshettiğini kabul etmek mümkün değildir. Zira, -yazarında belirttiği gibi- ne sahabeden ne tabiinden ve ne daha sonrakilerden böyle bir rivayet gelmemiştir. Ayrıca, Hz. Peygamberden sonra, Hulefa-i Raşidin döneminde de bu ceza Hz. Ömer ve Hz. Ali tarafından uygulanmıştır. Eğer böyle bir nesih durumu sözkonusu olsaydı bu iki raşid halifenin bu nesihten habersiz olmaları veya bunu bildikleri halde buna aykırı bir uygulamada bulunmaları asla sözkonusu olamazdı.Yazar da, bu konudaki rivayetlere şöyle işaret etmektedir:
“Biz, Hz.Ebubekir döneminde recm cezasının uygulandığına dair herhangi bir rivayete rastlayamadık. Bazı rivayetlerde, onun bekar zanilere celde cezasınu uyguladığı ifade edilmektedir. Hz. Ömer döneminde ise, iki kadının recmedildiği kaydedilmektedir. Bunlardan birinde -Ebu Vakıd el-Leysi’den gelen rivayete göre- bir adam Şam’da karısını bir erkekle zina halinde yakalamış, Hz. Ömer’e durumu haber verince, o da Ebu Vakıd’ı meseleyi araştırması için görevlendirmiş, kadın zina ettiğini itiraf edince de recmedilmiştir. Yine –Fadl b. Ka’b’dan gelen rivayete göre- Hz. Ömer, hamile iken zina eden bir kadını, çocuğunu doğurduktan sonra recmetmiştir. Hz. Osman’ın recmettiğine dair herhangi bir rivayete rastlayamadık. Hz. Ali’nin ise, Şuraha adındaki bir kadını recmettiği kaydedilmektedir.”

Hz. Peygamberin Uygulamaları “Hadd” Değil, “Siyaseten Katl” Olarak Değerlendirilebilir mi?
Mustafa ez-Zerka, Mahmut Şeltut, Hayreddin Karaman gibi çağdaş bazı yazarlar, Hz. Peygamberin evli zaniler için uyguladığı recm cezasının, bu suç için tayin ettiği bir hadd olmadığını, peygamberin bunu kendi ictihadı ile ve bir maslahata binaen, ta’zir cezasının ağırlaştırılmış şekli olarak recme dönüştürdüğünü, bunun hadd olarak değil, “siyaseten” uygulanmış bir ceza olduğunu belirtmektedirler.
Yazar da bu görüşe katılmakta ve muhtelif yerlerde bu konudaki görüşünü belirtmektedir:
“Hz. Peygamberin recm cezasını maslahat gereği yaptığını kabul ettiğimizde, zamanımızda bu maslahatın değiştiğini ve bu suça günümüz şartlarına göre farklı cezaların verilebileceğini söylememiz mümkün olur.” “Hz. Peygamberin Kur’anda geçmeyen recm cezasını tatbik etmesi, bu cezanın siyaseten uygulanmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.Çünkü bütün mezhepler bazı hallerde ta’zir cezasının öldürme şeklinde olmasını caiz görmüşler ve buna siyaseten katl demişlerdir. Kanaatimizce Hz. Peygamber de Kur’anda sopa olarak belirlenen zina cezasını, evli zaniler için arttırarak recm cezasına dönüştürmüş ve bunu siyaseten uygulamıştır.”
Yazar, kitabında bu temel meselenin yanı sıra, Kur’anda recm ayeti olduğuna dair rivayetler, Cariyelerin cezası, Hz. Peygamberin hanımlarıyla ilgili ayet, Kazif cezasıyla ilgili ayet, Lian ayeti, Zaninin iffetli biriyle evlenememesine dair ayet’le Zinaya benzer fiilerin cezasına dair rivayetlere de temas etmiş ve bu konudaki görüşleri tartışmıştır… Kitapta bir eksiklik olarak beliren en önemli konu ise, Mut’a nikahına hiç temas edilmemiş olmasıdır… Halbuki, konuyla çok yakın alakası var…
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Kur’anda, -evli bekar ayırımı olmaksızın- zinanın nihai cezası olarak, yüz sopanın emredildiği tartışma dışıdır. Ancak buradaki önemli nokta şudur: Bir şeyin İslama göre hükmü -mesela konumuz olan zina suçunun cezası- araştırıldığında sadece Kur’andaki ayetlere bakmak yeterli midir? Dolayısıyla problem, -yukarıda da ifade ettiğimiz gibi- Sünnetin İslamın ikinci temel ve vazgeçilmez kaynağı olarak kabul edilip edilmemesiyle ilgilidir. Eğer, birileri “İslam sadece Kur’andan ibarettir” diyorsa, o halde zinanın cezası herkes için yüz sopadır. Yok eğer, “İslam, Kur’an ve Sünnetten ibarettir” diyorsak, o zaman zinanın İslama göre cezasının, bekarlar için yüz sopa, evliler için recm olduğu –prensip olarak- tartışma dışı olur.
Hz. Peygamberin recm cezasını uyguladığı sabit ise –ki öyledir- ancak bu rivayetlerin ve uygulamaların doğru bir şekilde anlaşılması, yorumlanması ve bunların, kendilerinden hüküm çıkarılmaya elverişli olup olmadıkları tartışma konusu olabilir!
Kur’andaki sopa ayetinin Hz. Peygamberin uygulamalarını nesh ettiği hiçbir şekilde doğru olamaz; zira, hem tarih olarak hadisteki uygulamalar –tartışmalı bir iki rivayet hariç- daha sonradır, hem de Hz. Peygamberden sonra Raşit Halifelerden Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin aynı cezayı uygulamaları (hatta Muaviye’nin bir valisi tarafından da uygulandığına dair rivayetler vardır) ve sahabe ve tabiinden, bu cezanın nesh edildiğine dair hiçbir rivayetin gelmemesi bunun doğruluk ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.
Çağdaş bazı alimler tarafından ileri sürülen -yazarın da katıldığı- Hz. Peygamberin recm cezasını, kendi ictihadıyla, ta’zir cezasının ağırlaştırılmış şekli olarak, devlet başkanı sıfatıyla ve bir maslahata biaen “siyaseten katl” olarak uyguladığı şeklindeki düşünceler de doğru olamaz. Ve bu görüşler, herhangi bir delile dayanmamaktadır. Zira, bu düşünceleri ileri sürenler, Hz. Peygamberin hangi şahısla ilgili uygulamasının ne gibi bir maslahata dayandığını ortaya koyamamışlardır. O zaman biri kalkıp şunu sorabilir: Hz. Peygamberin uygulaması bir maslahata dayanıyordu, peki Raşit halifelerin uygulaması neye dayanıyordu?
Bu uygulamaların hepsini maslahata biaen ve siyaseten yapılmış uygulamalar olarak görmek sadece bir zandır ki, dinde bunun yeri olamaz!
Bu rivayetleri mutlaka “İslami gelenek” içinde kabul ve izah edilebilir bir şekilde anlamamız ve yorumlamamız gerektiğini düşünüyorum… Kısaca; İslamın bazı hükümlerini (emir, yasak, yönlendirme) doğru bir şekilde anlamak, yorumlamak ve bunlardan hüküm çıkarabilmek için, bu hükümlerin indiği ilk toplumun, siyasi, ekonomik, kültürel...yapısını, yaşam tarzını, dünyaya ve insana bakışlarını bilmek ve bunu göz önüne almak zarureti vardır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak; Kitap ve Sünnetteki bazı hükümler, indiği toplumu veri olarak almıştır. Bu hükümler, başka bir çağda, başka bir toplumsal-kültürel ortamla birebir örtüşmeyebilir. Örf ve âdetlerin İslam hukukunun kaynaklarından olduğu herkesin malumudur. Dahası; sahih örf ve adetin değişmesiyle, bunlara dayanan hükümlerin değişebileceği de kabul edilmiştir. Konumuz olan zina cezasına bu çerçevede bakacak olursak, Kur’anın zinanın ispatı için şart koştuğu 4 şahit getirmek çok anlamlıdır. Demek ki, o günkü toplumda bu fiil çok aleni ve herkesin vakıf olacağı bir tarzda yapılabiliyordu. Kur’an bu şartları taşıyan zinaya bile ceza olarak 100 sopa vurulmasını emretmektedir. Ayrıca, cezanın kişinin toplumsal mevkii ile de çok yakın ilgisi vardır. Fiili yapanın hür olmaması durumunda -köle ve cariyeler için- ceza yarı yarıya azalmaktadır. O halde zina cezasının illetini tespit etmemiz lazım: Aynı fiili köle veya cariye yaptığında niçin 50 sopa yesin; hür yaptığında niçin 100 sopa yesin; evli bir insan yaptığında niçin ölüm gibi çok ağır bir cezaya çaptırılsın? Yine, aynı fiil bir cariye ile -kendisi üzerinde istifraş (birlikte olma) hakkı bulunan- efendisi arasında cereyan ettiğinde niçin hiçbir cezai müeyyideyi gerektirmesin? Bu farklılık, bu fiile verilen ceza ile o günkü toplumun yapısı arasında kopmaz bir ilişkinin varlığını ve bu ceza tayin edilirken o insanların özgül konumlarının veri alındığını göstermektedir.
Bu yazı, recm cezasının mutlaka her toplumda ve olayda uygulanması veya uygulanmamasıyla ilgili herhangi bir görüş belirtmeyi hedeflemiyor… Sadece, ortaya attığımız yorum ve değerlendirmelerle İslami geleneği çiğnememiz ve bindiğimiz dalı kesiyormuş gibi bir pozisyona düşmememiz gerektiğini vurgulamak istiyorum… Başka bir ifadeyle, Hz. Peygamberin uygulamalarını hadis metodolojisi disiplini içinde anlayıp yorumlamalı ve bunlardan hüküm çıkarmalıyız. Bunları mensuh kabul etmek veya içtihat mahsulü “ta’zir cezaları olarak değerlendirmek -yukarıda da ifade ettiğimiz gibi- başka bir çözümsüzlüğe kapı açmak demektir.
Recm gibi ağır bir cezayı icap eden zina suçunun illeti (gerekçesi) konusunda çok değişik görüşler ileri sürülmüştür: Bazıları, bunun illetinin nesillerin karışması olduğunu, gayr-ı meşru’ ilişkilerin sonuçta insanları öldürmek anlamına geldiğini, cezanın bunun için böyle ağır olduğunu belirtmişlerdir. Ancak, aynı fiili bekar iki kişinin işlemesi durumunda sadece yüz sopa ile cezalandırılmaları bu yorumun doğruluğunu ortadan kaldırmaktadır.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu konuda çıkar yol sözkonusu uygulamaları hadis metodolojisi içinde kalarak çözmeye çalışmaktır. Öyle ise tekrar recmle ilgili hadislere dönmemiz gerekmektedir.
Her şeyden önce şunu tespit etmek önemli: Hz. Peygamber zamanında işlenen bütün zina suçları bu rivayetlerden mi ibarettir? Yoksa, işlendiği halde ceza uygulanmayan suç var mıdır? Bunu tespit etmek bizim için şu yüzden çok önemlidir; Zira, Hz. Ömer döneminde böyle bir örnekle karşılaşıyoruz. Hz. Ömer döneminde bir kadın, bir çobandan su istemiş, çoban da kendisiyle zina etmesi şartıyla kadına su vermiştir.Bunun üzerine Hz. Ömer, her ikisine de ceza uygulamamıştır. Gerçi haberde, zanilerin evli olup olmadıklarından söz edilmiyor ama, yine de cezanın uygulanmadığı kesin. Buna biaen şu söylenebilir ki, eğer Hz. Peygamber döneminde de vuku bulduğu halde ceza uygulanmayan böyle vak’alar varsa, işte o zaman ceza uygulanan rivayetlerin, ta’zirin ağırlaştırılmış şekli olarak maslahata biaen uygulandığını söylemek imkan dahilinde olabilir. O zaman, ceza uygulanan rivayetler çok iyi tahlil edilerek bunlardaki “siyaseten katl”e gerekçe teşkil eden unsurlar bulunur ve cezanın bu unsurları taşıyan bütün suçlulara uygulanabileceği hükme bağlanır.
İkinci olarak; İslam hukukçularının recm cezasının uygulanabilmesi için tespit ettiği şartlar açısından bu rivayetlere baktığımızda, tam olarak aydınlığa kavuşmayan ve bu şartlarla örtüşmeyen noktalar bulunmaktadır. Mesela, Ebu Hanife, bir ücret mukabili yapılan ilişkinin, her iki taraf için de cezayı gerektirmediğini, bunun nikah akdine benzediğini ve bir şüphe meydana getirdiğini, dolayısıyla cezayı kaldırdığını belirtmektedir. Ebu Hanife’ye göre böyle bir ilişkinin cezası ta’zirdir. (Şunu da belirtmek gerekir ki, Ebu Hanife’nin ücret mukabili ilişkiden kastettiği -belki de- Mut’a nikahına benzer veya kendi döneminde görülen daha farklı bir şeydir. Yoksa, -mesela bugün bilinen manada- ücret mukabili cinsel ilişkinin haddi gerektirmediğini söylemek, günümüzdeki fuhuş sektörüne cevaz vermek anlamına gelir.)
Ayrıca, yine İslam hukukçularının çoğunluğuna göre, zina fiilinde, iki taraftan biri suçu inkar ederse veya fiili mübah kılıcı bir sebep ileri sürerse yine ceza uygulanmaz. Halbuki, örneğin, iki yahudinin recmedilmesi olayında, suçun şahitlerle tespit edildiği belirlenmesine rağmen, fıkıh kitaplarında şart koşulduğu gibi dört şahidin bilinen şekilde bu fiili gördükleri ve buna şahitlik ettikleri sarih değildir. Sadece, yahudi topluluğunun bu iki kişiyi alıp –zina ettikleri gerekçesiyle- Hz. Peygambere getirdiklerinden söz edilmektedir. Hz. Peygamberin, getirenlere, suçlarının örtülmesini tavsiye ettiği ile ilgili herhangi bir haber yok. Bunların, nasıl bir tepki gösterdiklerine dair hiçbir bilgi yer almıyor.
Maiz adlı sahabenin recmi ile ilgili rivayetlerde de problemli noktalar bulunmaktadır. Genellikle, Maiz’in zina ettiği kadının bekar bir cariye olduğu kabul edilmektedir. Halbuki, Hz. Peygamberin recmin infazından sonra söylediklerinden, bunun, savaşa giden müslümanlardan birinin eşi olması ihtimali de var. Eğer bu sonuncu ihtimal doğru olursa, yine cezanın ta’zir cezası olmasından söz edilebilir. Ayrıca Hz. Peygamberin, Maiz’e; “dön, Allaha tövbe ve istiğfar et”; recm sırasında kaçtığını haber veren insanlara da; “onu bıraksaydınız ya, belki tövbe eder de Allah tövbesini kabul ederdi” mealinde sözler söylemesi yine konumuz açısından çok önemlidir. Kaldı ki, bu olayın zina ile ilgili ayetin inişinden önce olma ihtimali de vardır.
Cuheyne’li kadınla ilgili rivayetlerde ise; kadının kiminle zina ettiği, öbür zaniye ceza verilip verilmediği belli değil.
Sonuç olarak; hem ayetle sabit olan cezanın ve hem de Hz.Peygamberin recm uygulamasının tarihsel-toplumsal unsurlar taşıyıp taşımadığı, günümüzde nasıl bir cezanın uygulanabileceği tartışılabilir… Dahası; recmle ilgili rivayetlerin, kendilerinden hüküm çıkarılmaya elverişli haberler olup olmadığı da tartışılabilir ve bu konuda farklı yorumlar, değerlendirmeler yapılabilir, zaten yapılmıştır… Ortada bir “şüphe” sözkonusu olduğunda zaten bu, cezayı ortadan kaldırmak için bir sebeptir…Dolayısıyla, hem çok nadir de görülse, İslam tarihindeki bazı recm uygulamalarının ne kadar “İslamî” olduğu ve hem de günümüzde kendilerini İslam devleti olarak tanımlayan devletlerin recm uygulamaları tartışılabilir… Ancak,“bu rivayetlerin, ayetten önce olabileceği;recmin bir kısım fukahanın tercihi olduğunu” vs. söylemek, başta iki Raşit halife olmak üzere, bütün müslüman alimleri ve İslamî-kültürel mirası yok farzetmek veya, bunların kendi arzularına göre bir din oluşturmaya çalıştıklarını iddia etmek anlamına gelir…
Hz. Peygamberin bu uygulamalarını mensuh kabul etmek mümkün olmadığı gibi, ta’zirin ağırlaştırılmış şekli “siyaseten katl” cezalar olarak kabul etmek de doğru değildir. Hadis metodolojisi içinde tek çıkar yol, bu hadislerin “kendilerinden hüküm çıkarılmaya elverişli hadisler olmadığını kabul etmek ve bunlarla amel etmekten vazgeçmek” olan “tevakkuf”(terk) metoduna başvurmaktır. Bu durumda yine, üzerinde hiçbir tartışmanın olmadığı Kur’andaki cezaya dönmemiz kaçınılmaz olur. Ancak tekraren belirtelim ki, bu, İslama göre bir suçun cezasını araştırırken sadece Kur’ana müracaat etmenin doğru oluşundan değil, bu konudaki hadislerin hüküm çıkarmaya (“ihticac”) elverişli olmamasından ve “delaletlerinin zanni oluşu”ndan kaynaklanmaktadır.

Hiç yorum yok: